Kış mevsimiydi. Henüz kar düşmemişti toprağa fakat köyün etrafını çevreleyen koca dağların tepelerini, karın habercisi olan sis kuşatmıştı. Bu mevsimde, Ali’nin en sevdiği yemek, annesinin fırınlı sobada pişirdiği tereyağlı çöreklerdi. O akşam annesi çörek pişirmiş; yanına da dağ çayı demlemişti.
Sofrada Ali’den başka küçük kardeşi, annesi, babası ve dedesi vardı. Karınlarını doyurduktan sonra çok beklemeden istirahate çekildiler.
Hava yağmurluydu, yağmurun rahatlatıcı sesine kendini bırakan Ali, hemen uyuyakalmıştı. Gece yarısı, su içmek için odasından çıktığı esnada salonun kapısının açık olduğunu fark etti. Dedesi, ellerini açmış dua ediyordu. Bir süre izledikten sonra yatağına döndü. Oysa her sabah, namazı cemaatle kılarlardı. Babası imam, Ali de müezzin olurdu.
Sabah uyandığında, pencereden usulca süzülen güneş, neredeyse odanın ortasına gelmişti. Gözlerini ovuşturdu, dışarı baktı. Koşup dedesine soracaktı ki; duvardaki saat, dedesinin çoktan babası ile tarlaya, mısırları sulamaya gittikleri vakti işaret ediyordu.
Kahvaltı, evin avlusunda oyunlar, öğle yemeği, kitap okuma… Derken gün indi.
Babasını ve dedesini gören Ali, kapıya koştu.
Yemeğe besmele ile başlayıp dua ile bitirildi. Yemeği, namaz, çay, meyve ve yatsı namazı takip etti. Divanda uzanarak oturan dedesi uyukluyordu Ali’nin.
Ali karar vermişti. Gece erkenden kalkacak ve dün gece kendisini neden namaza kaldırmadığını soracaktı. Saat çalar çalmaz uyanıp alarmı kapattı. Koştu salona. Dedesi yine seccadenin üzerindeydi ama bu sefer tespih çekiyordu. Ali bir süre bekledi ve gidip yanına oturdu. Dedesi şaşırmıştı.
– Neden kalktın oğlum?
– Sen beni dün gece namaza neden kaldırmadın dede?
Dedesi:
-Kaldırdım evladım. Sen uyanamadın. Bu kıldığım, Teheccüd namazı.
“Teheccüd” ne demek dede, diye meraklı gözlerle sordu Ali.
– Gece namazı torunum. Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi vesellem) bizlere tavsiye etmiş.
Ali, hemen kalktı yerinden, koştu, abdestini aldı geldi. Güzel namazı, bir güzel kıldı. Ellerini açıp dua etti.
O esnada dedesinin gözlerinde biriken bir damla yaş, sakalını ıslattı:
– Bu vakte, seher vakti denir oğlum. Bu vakitte uyanık olanın günü bereketli geçer; uyku ile geçirenler ise çok şey kaybetmiş demektir.
Pencereyi açmış, mahlûkatı ibret nazarı ile seyre dalmışlardı. Sabah namazı vakti girmişti artık. Uyanan babasıyla beraber kıldılar namazlarını.
…
Çalan telefonla kendine geldi Ali, köyün yol ayrımına gelmişti bile. Dedesinin fenalaştığını duyunca hemen yola koyulmuştu. Arayan annesiydi:
-Köy yoluna döndüm anne. Geliyorum?
Ali, arabasından hızla inip kapıyı çaldı. İçerisi ana-baba günü gibiydi. Akrabalar, eş-dost, komşular… Bir yanda Kur’ân-ı Kerîm okunuyordu. Ali, usulca dedesinin yanına yaklaştı ve diz çöktü. Dedesi, güçsüzleşen dudaklarında hep aynı cümleyi tekrar ediyordu.
– Seher vakti beni unutma evladım!
Kaynak: İnsan ve Hayat Dergisi