Farkında Olmasak da Tükeniyorlar
Üreten bir dünyada yaşıyor ve her yeni ürettiğimizle böbürleniyoruz. Ay’a gidiyor, Mars’a ulaşmaya çalışıyoruz. Sürekli yeni şeyler üretip yeni bir şeyler başarmak istiyoruz. Fakat üretirken aynı zamanda tükettiğimizin farkına varmıyoruz. Ya da görmezden geliyoruz. Ne kadar görmezden gelsek de gerçeklerden kaçmaya çalışsak da onlar bir gün gelecek, gözümüzün içine baka baka tükenip gidecekler. Nelermiş onlar, bir göz atalım.
Toprak elimizden kaydı gidiyor.
Şehirlerde çoktan tükenen toprak, yerini taştan, betondan yapılma kaldırımlara bıraktı bile. Bu anlamda toprağın gözden kayboluşunu umursamıyor olabiliriz. Ama farklı bir açıdan bakarsak tehlikenin büyüklüğünü görebiliriz.
Meyve-sebze diğer bütün gıdalar için toprağın üst tabakasına ihtiyaç vardır. Bitkiler besinlerini bu tabakadan alırlar. Bu üst tabaka artık yok olmaya başladı. Bu, bir anda yok olmayacak tabii ki. Yavaş yavaş ama sürekli bir tükeniş… Araştırmacılara göre dünyada mevcut üst toprağın yarıya yakın olan kısmı son 150 yılda tükenip gitti. 2.5 cm’lik bu tabakanın yeniden oluşması için ise 500 yıl gerekiyor, elbette izin verirsek, elbette toprağı yormaktan vazgeçersek.
Yörüngede boşluk kalmadı
İnsan olarak uzaya çıkmayı başarmamızın üzerinden daha 100 yıl geçmemişken, uzayı çöplük haline getirmemiz çok kısa sürdü. Bugün Dünya’nın yörüngesinde 500 bin nesne olduğu tahmin ediliyor. Her geçen gün artan bu sayının sadece 2000 kadarı aktif olarak çalışıyor. Gerisi ne mi; elbette çöp.
Teknoloji geliştikçe üretiyoruz, ürettikçe uzaya çıkmamız daha kolay bir hal alıyor. Kolaylık, zorluğu beraberinde getiriyor. Yörüngedeki çöpler her geçen gün artmaya devam ediyor. İhtimaldir ki gün olur, çöpler yörüngeyi tamamen kaplar. Ne Dünya dışı canlılar o çöpleri aşıp da Dünya’ya inebilir, ne de bizler, Dünya dışı canlıları bulmak için dışarı çıkabiliriz.
400 yıllık fosforumuz kaldı!
Gün gelecek kibriti kabına sürttüğünüzde yanmayacak. Bu, uzak bir gelecek gibi görünmüyor. Peki, niye yanmayacak kibrit. Çünkü fosfor bitmiş, tükenmiş olacak. “Fosfor da neymiş, biterse bitsin.” diyenler, umursamayanlar olabilir. Açıklayalım; fosfor hem insan DNA’sının yapısı bakımından biyolojik olarak hem de tarımsal gübre olarak büyük önem taşıyor. Ve yerine geçebilecek başka bir madde de yok. Yani bitti mi, bitti; bittik.
Fosfor, bitki ve hayvanî atık olarak geldiği yere, toprağa dönmesi gerekirken çeşitli mahsuller şeklinde şehirlerde toplanıyor ve kanalizasyon sistemiyle denizlere akıp gidiyor. Bugünkü kullanım şekliyle, madenlerden fosfor çıkarma işleminin sadece 35 ile 400 yıl kadar devam edebileceği söyleniyor.
Muzun adı var, tadı yok
Yediğimiz muzların büyük çoğunluğu Cavendish adlı türdür. İlk olarak 1900’lü yıllarda Akdeniz bölgesinde üretilmeye başlanan muz, artık “yerli” olarak tabir ediliyor. Ve şu anda tehdit altında olabilir. “Panama hastalığı” denilen hastalık, bütün dünyada muz üretimini bitirme noktasına getirebilir. Daha önce 1950’li yıllarda bu hastalık görülmüş.
Çözüm
İnsan eliyle tükenenleri kurtarmak, yine insanın eline kalıyor. Bir işe başlarken sonunu düşünmek, ona göre planlamak, adımlar atmak gerekiyor. Sadece bugün düşünülerek yapılan her hareket, yarınlar için kabahate dönüşüyor.
Muz üretiminin bitme tehlikesinin yanında, başka bir tehdit daha göze çarpıyor; lezzetinin tükenmesi. Endüstrileşmeden payını alan tarım ürünleri, eski tadından uzaklaştıkça uzaklaştı; uzaklaştırıldı. Ne domatesin lezzeti kaldı ne de salatalığın nefis kokusu. Muz da aynı tehlikeyle karşı karşıya olabilir. Para kazanmaya fazlaca odaklanan üretici, tek isteği lezzet olan tüketiciyi umursamıyor. Muzlar, seralarda ilaç takviyesiyle büyüyüp kantarda kilo basarken, damaklarda lezzetin kırıntısını dahi bırakmıyorlar.
Alıntı: İnsan ve Hayat Dergisi