İstanbul Beyefendisinin Beden Dili
Ne zaman söz İstanbul’dan açılsa “İstanbul’da Beyefendi olmak günümüzde zor.” cümlesi ile hücuma kalkanlara şahit oluruz. Cevap da hazırdır zaten “Bir insan çile çıkarmak isterse İstanbul trafiğinde 40 gün kalmalı.
Eğer sabır ve sebat edip hali, konuşması ile ‘kendi kalmayı’ başarırsa tebrik etmek lazımdır.” Trafiğin yoğunluğundan bile bir ders çıkarmak icap eder. Bu da bizim seyr ü seferde etrafımızda olanlara davranırken aksettirdiğimiz beden dilinde gizlidir.
Beden dili “İstanbul Beyefendisi ve Türkçesi’ni” muhafaza ettiğimiz ölçüdedir.
Her geçen gün kalabalıklaşan şehirlerde bu iki hususiyeti taşıyanları bulmakta zorlanıyoruz. Beden dilinin değişmeye başladığının en bariz ifadesi topluluk içerisindeki kem-bed-kötü hitaplarımızdır. Hitaplarımız, sağlığımız gibidir. Sıhhat sadece beden ile değildir. Evvela ruh sağlığının iyi olması lazımdır. Kötü sözler sarf edenlere, deli saçması tabiri ile ‘Akıl sağlığın yerinde mi?’ cümlesi ilave edilir. Akıllı olmak, bir yönüyle, diline hâkim olmaktan geçiyor. İnsanın dili de sadece konuştukları değil, hali ile de arz ettikleridir, yani beden dilidir.
O yüzden ‘eğri oturup doğru konuşalım’ sözü işimizi görmüyor. ‘Doğru oturup doğru konuşalım’ şeklinde tashih ediyoruz.
Kalabalığın içinde kabalaşmamak
Köyden şehre nüfusun yığılmasıyla metropollerde bilhassa İstanbul’da yaşamak hayli zorlaştı. Her cihetiyle ‘efendi’ olmak, kalabalığın içinde kabalaşmamak, insanın nefsine ve diline hakim olmasını icap ettiriyor. Bu da dil terbiyesinden önce manevi bir terbiyeden geçmekle mümkündür. Zaman-ı mazide, çocuklar yaramazlık yaptığı vakit onlara ‘biraz efendi ol’ denirdi. Efendi olmak, beden dilinin en güzel tabiriydi. Örnek bir şahsiyet görüldüğü zaman “Tam bir İstanbul Beyefendisi” denirdi. İstanbul beyefendisi beden dilini en iyi temsil eden kişiydi.
İstanbul Beyefendisi deyince aklınıza
takım elbiseli, bir elinde baston bir elinde paltosu yere bakarak yürüyen, yüzünde tebessümü eksik etmeyen, bir şey sorulduğunda biliyorsa iyice anlatan, bilmiyorsa başka birine sorunuz diyebilen biri gelebilir. Kelimeleri tartarak tane tane konuşan ve dinlendikçe sizi dinlendiren, ayaküstü muhabbeti bile hiç bitmeyecek bir kişidir kendisi. Aklınıza kalabalık, kabalık, karışıklık, kargaşa gelmez. Ruhunuz gerilmez. Gönlünüz incinmez, içinizde bir teşekkür etme ihtiyacı hâsıl olur. Böyle de insanlar varmış, deyip yolunuza devam edersiniz.
Mazi ile ânın farkını tasvir
Sadece vasıta trafiği değil insan trafiği de kaza yaptırıyor, boğuyor… İnsanın halini ve dilini muhafaza etmesi kolay değil. Dil Doktoru Kitabı’nda (Hayati Develi), bir ânın tasviri, değişen beden dilini hülasa ediyor, mazi ile ânın farkını tasvir ediyor:
“Acele etmemeyi yavaş ve vakur yürümeyi efendilik gereği gören bir toplumun fertlerinin, akşam vapurundan arkasından Cengiz’in atlıları kovalayan firari orduları gibi çıkıp otobüs kuyruklarına hücum etmesi bir beden dili kirlenmesidir. Saçlarını enseden kulak üstüne kadar sıfıra vurdurup üst tarafını daha uzun bırakan gencin belediye otobüsünde ayak ayak üstüne atıp altmışlık nineyi görmezden gelmesi, durakta inen bir vatandaşın yerini kapmak için birbirleriyle asla ilan edilmemiş bir savaşa tutuşan, ellerinde akşamlık siparişleri tutan orta yaşlı memur ve işçiler.”
Tespitten de anlaşılacağı üzere
lisan ile hal, yani konuşma dili ile beden dili birbirini tamamlar. İfade düzgün ise edep de adap da yerindedir demektir. İnsan dilinden, hayvan yularından tutulur diye boşuna dememişler. Ecdadımızdan tevarüs eden, İstanbul Beyefendisi beden dilinin, İstanbul Türkçesi ise konuşma dilinin birer canlı numuneleridir.
Nerede bulacağız kendilerini?
Nerde bulacağız İstanbul Beyefendisi ve Türkçesi’ni derseniz, coğrafyası, tarihi ve edebiyatı ile başşehir olan İstanbul asırlardır bir birikim sağlamıştır. İstanbul, fetihle beraber adeta bir insan yetiştirme merkezi haline gelmiştir. Fatih Sultan Mehmed Han ve devamında silsile ile gelenlerin okuduğu kitaplar, ilim öğretmesi için getirdiği âlimler, arifler, edipler, şairler İstanbul Türkçe’sinin teşekkül noktasıdır. Beden dilini temsil eden İstanbul Beyefendileri ise ilmiyle âmil ve kâmil olan, halden anlayan hal ehli âlimlerdir.
İstanbul’un beden ve konuşma dili üzerindeki tesirini, Osmanlı usulü tam manasıyla gösteriyor. “Çarıklarını sürüye sürüye gelirler, birer ‘İstanbul Beyefendisi’ olarak dönerler.” Bu sözün dil ve beden gelişiminde işaret ettiği birçok manası vardır. Şimdi İstanbul’da yaşayanlar ya da dışarıdan belde-i güzine gelenler İstanbul Beyefendisinin ruh ve beden dilini bilmelidir. Sağlığını muhafaza ettiği gibi beyefendiliği de muhafaza edebilme erdemini gösterebilmelidir. Tabi yapabilene, anlayabilene, hayata tatbik edebilene ne mutlu!